Prof. Dr. Bülent Tıraş, tüp bebek uygulamalarına yönelik olarak 6 Mart 2010 günü Resmi Gazetede yayınlanan yönetmelikle emriyo transferinin katı kurallarla sınırlanması ve uygulamalara yönelik cezai hükümlerin ağırlaştırılmasına tepki gösterdi. Tıraş, “Bu çok radikal, kısıtlayıcı bir karardır. Ve bunun ülkemizdeki tüp bebek başarı oranlarını ciddi şekilde etkileyeceğini ve düşürüceğini düşünüyoruz” dedi. Prof. Dr. Tıraş sorularımızı cevaplandırdı.
Sayın Tıraş, Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı yönetmeliğin bu alandaki sorunlara çözüm getirebileceğini düşünüyor musunuz?
Tüp bebek uygulamalarında aslında ülkemiz son derece başarılı. Çevremizdeki birçok ülkeden çok daha başarılı ve sonuç olarak da ülkemize bu nedenlerle çevredeki birçok ülkeden, yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarından ve diğer ülke vatandaşlarından çok sayıda tüp bebek tedavisi için gelen olmakta ve sağlık turizmi bu yönde pozitif gelişmekte. Ancak, 6 Mart 2010 tarihinde çıkan yeni yönetmelikle bu alanda ağır bir kısıtlamaya gidildi. Bu ağır kısıtlamalardan en önemlisi, daha önce üç embriyo transfer etmek yasalken, 35 yaşın altındaki kadınlara tek bir embriyo verilmesi, 35 yaşından sonra da iki embriyo verilmesi kısıtlaması. Yönetmelikte, 35 yaşından genç kadınlara ancak daha önce iki defa başarısız uygulama olmuşsa iki embriyoya izin veriliyor. Bu düzenleme radikal ve kısıtlayıcıdır. Sonuçta, ülkemizdeki tüp bebek başarı oranlarını ciddi şekilde etkileyeceğini ve düşürüceğini düşünüyoruz. Uygulama yeni ama Sağlık Bakanlığı düzenleme sonrasına ilişkin verileri topladığında, başarı oranında ciddi bir düşüş görecektir. Düzenleme, çoğul gebelikleri önlemeye yönelik radikal bir yaklaşımı gözetiyor ama tüp bebeğe ulaşmak için hastaların yaptığı masrafı ve devletin yaptığı sınırlı ödemeyi düşündüğünüzde hastalar aleyhine bir durum ortaya çıktığı da açık. Yönetmelikte, sanki tüp bebek yöntemleri hasta için zararlıymış ya da kaçak yapılıyormuş gibi neredeyse polisiye tedbirleri amaçlayan bir yaklaşım var. Ülkemizde zaten yasal olmayan sperm ve yumurta bağışı doktorlar tarafından hastalara söylenemeyecek. Sadece yasaklamakla kalınmıyor, söylenmesi halinde Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesi, lisans iptali gibi cezalar öngörülüyor. Ayrıca, dünyada bu tekniklerin ulaştığı seviye itibariyle, bu kadar radikal bir şekilde düzenlenmeye, kısıtlanmaya çalışılması ya da bu kadar cezalandırıcı önlemlere gidilmesi gerçekten günümüzdeki bilimsel seviyeyle bağdaşmamaktadır. Örneğin; bu yönetmeliğin ekinde yayınlanan Sağlık Müdürlüğü’nün yapacağı denetimlerle merkezlere verilecek ceza kısmında 15 gün süre içerisinde veya bir hafta süre içerisinde eksiğini yerine getirmeyenler kapatılır tarzında sert tedbirler görülmektedir. Buradaki amacı anlamakta biz zorluk çekiyoruz. Tüp bebek merkezlerinin acaba bu ülkeye ne gibi zararları vardır? Ayrıca, yönetmelik bağımsız tüp bebek merkezlerinin kapanmasına yol açabilecek düzenlemeleri içeriyor. Hiçbir tüp bebek merkezinde doğum yaptırılmamaktadır. Doğum yaptırılmayan bir merkezde yeni doğan ünitesinin bulunmasının ne gibi bir faydası olacaktır? Tüp bebek merkezleri, gebe kalamayan çiftlere gebeliğin oluşturulmasını sağlamakla yükümlü olan bir kuruluştur. Sanki bütün gebelerin doğumunu da bu merkezler yaptırıyormuş gibi algılanıyor sanırım. Yönetmeliği derneklerin ve bazı hastaların Danıştay’da dava ettiklerini biliyoruz. Hukuki girişim sürüyor ancak gönül arzu ederdi ki, Sağlık Bakanlığı bu yönetmeliği çıkarmadan önce derneklerle yapmış olduğu toplantılardaki önerileri dikkate alsın. Maalesef bakanlıktaki bilim kurulunun da onayı alınmaksızın bu yönetmelik bu haliyle çıkarılmıştır. Sonuç olarak, biz bu yönetmelikte Sağlık Bakanlığı’mızın tutumunu anlamakta çok güçlük çekiyoruz. Tüp bebek merkezleri bu ülkenin kuruluşlarıdır ve bu ülkenin hastalarına hizmet etmektedirler. Özel tüp bebek merkezleri olsun, devlete ait tüp bebek merkezleri olsun, hastanelerle ya da müstakil çalışan tüp bebek merkezlerinin hepsi sonuçta bu ülke lehine çalışan kurumlardır. Hukuken açılan davaların sonucunda veya uygulama aşamasında hastalardan gelen şikayetlerde görülecektir. Üzücü olaylar da duyuyoruz, hastalar iki embriyo alabilmek için mahkemeye başvurup yaşını büyütmek istiyor. Neden bir embriyo fazla alabilmek için. İşin bir de sosyal güvenlik yönü var. SGK imkanlarıyla tüp bebek uygulaması en fazla iki defa denenebiliyor. Kamu ikiden fazla tüp bebeğe para ödemezken, parasını ödemediği bir yöntemde niçin embriyo sayılarına bu kadar karışma hakkını kendinde görmektedir? Hastalarımızda ciddi bir tepki olduğunu görüyoruz. Mutlaka bunları Sağlık Bakanlığımıza ve ilgili diğer kuruluşlara iletiyorlardır. Burada biz Sağlık Bakanlığı’ndan teşvik edici ve sistemi denetleyici bir rol bekliyoruz. Böyle radikal bir tedbirle uygulamanın yürütülemeyeceğine inanıyoruz. Umarım bu hatalar görülür ve geri dönülür.
Hukuki sorunlar bir tarafta, sosyal sorunlar bir tarafta. Çocuk olmadığında kadınlar suçlanırdı eskiden. Toplumumuzda bu türden bilinçsizlikler hala devam ediyor mu?
Aslında, toplumda bu konuda çok ciddi bir gelişme var. Özellikle toplumun sosyo-ekonomik olarak daha iyi durumda olan kesimlerinde hatta sosyo-ekonomik olarak gelişmesi az olan kesimlerinde dahi erkekten de kaynaklanabildiğine yönelik olarak bilinç düzeyi artıyor. Ama genel olarak baktığımızda hala kadınların bilinçsizce suçlanma oranının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, her ne kadar bu olgu olsa da bir şekilde doktora ulaşıldığında teşhis konulduğunda, erkekten kaynaklı bir sorun varsa artık kabulleniliyor ve çözüm arayışına giriliyor. Bu soruna yönelik olarak başta kamu olmak üzere herkesin aydınlatıcı ve pozitif yönde rol oynaması önemli. Daha önce belirttiğim gibi mesela; tedavi sürecinin bir kısmını oluşturan tüp bebek yöntemlerine hatta merkezlerine karşı olumsuz bir yargı doğurabilecek mesajlar verilmemeli.
İnfertilite dünyada ve toplumumuzda ne kadar sıklıkta görülüyor?
İnfertilite, genel olarak dünyada yüzde 15 civarında gözlenen bir problem. Buna yüzde 10-15 aralığında görülüyor diyebiliriz. Ülkemizde infertilitenin ne sıklıkta görüldüğüne dair ise ne yazık ki yapılmış bir toplum çalışması yok. Bu konuda Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği ve Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği (TSRM) bir epidemiyolojik çalışma başlatmak istiyor ama bildiğiniz gibi epidemiyolojik çalışmalar ciddi hazırlık gerektiriyor. Oldukça da maliyetli çalışmalar. Bu konuda Avrupa Birliği’nin fonlarına da bir müracaatımız oldu. Bu gelişmeleri bekliyoruz. Herhalde bu gelişmelerden sonra ülkemizde de topluma dayalı bir çalışma yapılarak infertilitenin sıklığını belirlemiş olacağız.
Bugün kongrenin ilk günü, neler söylemek istersiniz?
Bütün katılımcıların kongreden azami istifade etmeleri için TJOD Yönetim Kurulu çok çaba harcadı. Çok lezzetli bir yemeği yerken, ne kadar sürede hazırlandığı ya da içinde ne kadar ince detaylar olduğu pek bilinemeyebilir. Gerçekten yüzlerce detayla uğraşıldı ve bu program ortaya çıktı. Umarım katılımcılara faydalı olur.